BARDA





    BARDA

“Sabahın köründe işe gidilir mi yahu?” Diye söylendi. Annesi saati gösterdi “saat onbir” dedi. “Ne yapalım on birse? Dün dörtte geldim sabaha karşı.” “Hiç mızmızlanma” diye azarladı annesi. “Geçen sene okulu bırakmasaydın şimdiye üniversite mezunuydun…” “ve açtım” diye sözünü tamamladı annesinin. Ağzına tıkıştırdığı son ekmek parçasının üzerine çayı kafasına dikti. Sonra yola çıktı. En azından gencim diye düşündü. Okulum yok düzgün işim yok kız arkadaşım yok hiçbir şeyim yok ama en azından gencim…
Altı aydır çalışıyordu bu barda. Bir tür barmen, bazen garson, bazen de fedailik yapıyordu. Uzun süren buhranların ardından bıraktığı okulunu aratmıyordu burası. İnsanları çalışma arkadaşlarını tanıyordu. Platonik bir aşk bile yaşıyordu. Arabalara biniyor, yürüyor, insanların arasından geçiyordu buraya gelebilmek için. Tam da doktorunun annesine söylediği gibi… “Uzun boylu yakışıklı aslan gibi adamsın ne bunalımı bu yahu?” diye sorduğunda doktor hiçbir şey söylemeden öylece bakmıştı. Şimdi de anlamıyordu ne bunalımı olduğunu. Sadece yaşıyordu.
Genelde dört kişi çalışıyorlardı. Birisi barda duruyor, birisi masalarda diğer iki kişide ihtiyaca göre onlara yardımcı… İşte Nilayda kapıda duruyordu. Elinde sigarası tahtaya fiyat yazıyordu. “Selam murat “diye selamladı Muratı. “Selam” dedi Murat “nasılsınız sen mi açtın?” “ Yok, Aylin açtı. Ben yarım saat önce geldim.” “Ayşen yok mu?” Bıyık altından gülümsedi Nilay,” içerde masalara bakıyor” dedi.  Bozuntuya vermeden içeri girdi murat.
İçersinin loş ışığı gözlerini rahatsız etti. Sonra alıştı, bara doğru attı adımlarını. İçeriye şöyle bir baktı. Bir iki masa vardı. Saat erken olduğu için garipsemedi bu durumu. İçeri girdiğinde Ayşeni aradı. Arka masada çocuğun birine kahve veriyordu. Çocuğa dikkat etti pek gösterişli bir tip değildi. Gerçi kadınların zevk anlayışları bir garipti ama olsun. Bara doğru ilerledi. Aylin barda kutularla oynuyordu. Onu görünce “selam yorgun savaşçı” dedi. O da elini kaldırdı “selam roma” diye karşılık verdi. Güldüler…  “sabahtan bu yana nasılsın?” dedi Aylin. “Fena değil” diye karşılık verdi. “Ayşen arkada galiba” dedi önemsizcesine. Aylin karşılık vermedi. Gülümsedi sonra da mırıldandı. “Biliyorum” dedi murat.” Onunla ben asla olmaz. İş işte kalmalı.” “ Aferin” dedi Aylin. “Neyse şu anda ufak ama belki de büyük bir sorunumuz olabilir.” “Neymiş o sorun?” dedi murat merakla. Aylin “C sekiz” dedi.
Murat derhal Aylinin işaret ettiği masaya göz attı. Masada kırk yaşlarında bir adam oturmuş içkisini içiyordu. Bir kargaşa anı düşüncesi için adamı gözüyle tarttı. Fazla yapılı görünmüyordu. Ancak bir tuhaflık vardı. Adam son derece efendi birine benziyordu. Gravatlı takım elbiseli elinde gazetesi yanında kaliteli olduğu belli olan bir çanta ile sanki bir Amerikan filminden gelmiş gibi duruyordu. Murat Ayline döndü meraklı gözlerle bir iki saniye baktı. Aylin;” Ayşen…” dedi.” Adam Ayşene taktı.”
“Kalk kız kalk çabuk. Daha tütüne gidilecek. Ayşeni de al yanına. Bütün gün çekemem onun zırıltısını.  Hey Allahım ne biçim kadınsın sen ya… metom askerde olmayacaktı ki senin hakkından gelirdi. Ne yemek yapabiliyon ne de çocuğa bakabiliyon… ne cehennemden başımıza musallat oldun bilmem ki…”
Böyle söylene söylene içeri gitti yaşlı kadın. Aslında yaşlıda sayılmazdı hani. Ama kendisini yaşlı göstermek için bin bir numara çevirirdi. Nuran bunu bilirdi. O geldiğinde tütünden ayaklarını ovuştururdu… bu yemek yapmadım gir yemek yap demekti. Sonra akşam uyuklar dururdu. Bu da al kızı git yatır demekti. Bu sözsüz iletişimi çabuk öğrenmişti. Mete ile evlenip bu daracık eve geldiğinden beri hepsi aklına kazınmıştı.” Az bir zaman” demişti mete. “İşleri yoluna koyana kadar.” Sonrada annem yaşlı nasıl kalsın tek başına ya dönmüştü durum. Ancak kararlıydı, mete askerden gelsin bu iş bitecekti. Yoksa babasının yanına dönerdi. Gerçi benzer bir durum orada da mevcut idi. Ama en azından babası kendi kanındandı.
Suyu koydu kahvaltıyı hazırladı. Sonra aldı ufak kızını, karnını bir güzel doyurdu onun. Ayşeni çok değerliydi onun için. Ardından kalktılar yola koyuldular. Ayşen yolda epey taş topladı. Annesi için değerli zümrütler yakutlar elmaslar topladı. Annesi severdi onun taşlarını. “Aman” derdi. “Bu güzel taşlar benim için mi?” Ayşen sevinçten deliye dönerdi o vakit.
Akşam oldu Nuran kızını yanına aldı. Aldığı üç kuruş yövmiyeyi soktu koynuna. Nasılsa hepsi tarlaya gidecekti… Her şey toprağındı bu yörede. İnsanda toprağın malıydı… “Olsun” dedi. “Birazıyla ayşene şeker alırım hiç değilse.” Evlerinin sokağına girdiğindeyse bir tuhaflık sezdi. Çok fazla ses vardı. Bir iki adım attığındaysa bir çığlık tırmaladı kulağını: “Metoom!!! “
Adımlarını sıklaştırdı. Ne olduğunu anlamak istiyordu. Tam o anda eve asılmış Türk bayrağını görüverdi. Aniden yere çöktü.
Öfkeden deliye dönmüş, sanki en sevdiği oyuncağı kırılmıştı. Beyninde hep aynı sözcük vardı. Nasıl yapabilir? Benim mekanımda hem de. Üstelik bu yasak bir kere diye düşünüyordu. Aylin hiç oralı bile değildi. “Yavaş ol Romeo” dedi.” Adam birazdan gider.”  “İyi “diye karşılık verdi murat. “En azından yaka paça atmak zorunda kalmayacağım.” Daracık barın içinde volta atarken Nilay içeri girdi.” Tahta tamam patron” dedi Ayline.  “Aferin çocuğum” diye karşılık verdi Aylin. Murat Nilaya döndü “sen durumu biliyor musun?” diye sordu. Nilay “elbette” dedi. “Son durum ne? İlanı aşk bekliyorum ben.” “Saçma saçma konuşma!” dedi murat öfkeyle. “Bir olay çıksında kırayım kafasını şunun.” “Durun” diye uyardı Aylin. “Geliyor bizimki.”
“Yedinci masaya bir kahve aaa naber murat? “
“İyilik canım senden naber? “
İşte böyle… Ayşenin bir ufak merhabası tüm volkanları söndürmeye yetiyordu. “İyilik” dedi Ayşen. “Nilay gelsene yardıma.” Ayşen onu aldı, barın kalabalıklaşmaya başlayan bölümüne götürdü.  Muratı Ayşenin soğukkanlı duruşu çok etkilemişti. Ondan hoşlanıyordu ama bu başka bir şeydi. Adını koyamadığı bir şey… Döndü Ayline “Sen bu Ayşeni ne kadar tanıyorsun?” diye sordu. Aylin “ne oldu ki?” dedi merakla. “Bilmiyorum” dedi murat. “Sanki değişik bir şeyler var bu kızda.”
“Anlat kızım” dedi yaşlı adam.” Çok vaktim yok ve böyle herkesi de almam odama. Ama senin köylüm olduğunu söylediklerinde üstelik akrabam olduklarını anlattıklarında seni dinlemeye karar verdim. Kimsin?” “Annemin adı nazlı babam da yedeklilerden fuattır. Annem sizden çok bahsetmişti vaktinde. Dediğine göre tek abisi sizmişsiniz. Diğer kardeşleri hep kızmış. Başıma bir felaket geldi. Size sığınmaktan başka bir çarem yok.” “Demek nazlının kızısın” dedi yaşlı adam. “Akrabamı dışarda bırakmam elbet. Ama bir şeyi merak ettim. Koskoca köyde sana kol kanat geren kimse çıkmadı. Oradan buralara neden geldin?” “Efendim” dedi Nuran “sizin yanınıza geldim çünkü namusuma göz diktiler.”  “Anladım” dedi yaşlı adam.” Seni burada ağırlıycam. Ancak ekmek elden su gölden yaşam olmaz. Sana bir iş bulacağız. Kendine bakacak ayaklarının üzerinde duracak duruma gelince seni yakında bir eve yerleştiririz. Kendi halinde yaşar gidersin.  Benim dört tane fabrikam var. Seni benim ofisime koyacağım. Orada iş öğrendikten sonra dilersen gidersin. “
Böyle başladı işte Nuranın büyük şehir günleri. Bir sene olmuştu kocasının ölüm haberini aldığı. Sonradan, aradan geçen zamana, hayatının en kötü günleri diyecekti. O cadının yanında kalamamış babasının yanına dönmüştü. Babası onu evlendirmeye kalktığı o kara güne kadar da her gün kan kusmuştu. Sonrasında “gidersen seni öldürürüm” tehditlerine kulak asmamıştı babasının ve aldığı gibi kızını yanına, soluğu dayısının yanında almıştı.
Önceleri dayısının yanında idare etmiş sonra dayısının tuttuğu eve yerleşmişti. Ev alalım sana diye ısrar etmişti dayısı ancak Nuran kabul etmemiş bunun altından kalkamam diye düşündüğü için kiralık bir eve yerleşmişti. Ofiste de işleri öğrenmişti. En azından bir ofise girdiği zaman artık afallamazdı. Hatta telefon bağlamayı bile öğrenmişti. Nuran adeta bir rüyada gibiydi. Taa ki…
“Belki çok zengin bir babası var mesela Almanyada filan ,öldü. Bu adamda avukatı... Ona para kaldığını haber vermek için geldi…” Murat bir bilmeceyi çözer gibi alçak sesle konuşuyordu. “ Hoş geldin Sherlock” diye karşılık verdi Aylin. “Olamaz mı?” dedi Murat. “Babası ölmüş” dedi Aylin. “Bir kere içerken ağzından kaçırmıştı.” “Ama sen, ben kimse onun kim olduğunu bilmiyor. Bu işe nasıl girmiş?” diye sordu murat. “Recep abinin bir tanıdığıymış. Ne bileyim kim canım. İş arkadaşı işte. Fazlasını bilmem gerekmiyor ki…” “Haklısın” dedi murat. Tam o sırada Nilay geldi . “Altı numara hesap istiyor” dedi. Murata döndü iğneli bir tonda “bu gün çok çalışkansın bakıyorum” dedi. Murat “Daha ayılamadım” diye karşılık verdi. “Neyse boşver” dedi Nilay. “Seninki bomboş ifadelerle etrafta dolanıyor. Sanki adam onu hipnotize etti.” “Ne düşünüyorsun?” diye sordu murat. “Valla bir ara duymuştum köyde dedesi ağaymış. Çok zengin de bir dayısı varmış diyorlar. Ama dedikodu tabi ki… bu adamın onlarla alakası olduğuna hiç ihtimal vermiyorum.” “Sence ne peki?” “Bana kalırsa adamın annesiyle bir bağlantısı var.” “Yeter!” diye isyan etti Aylin.” Haydi bakalım Nilay doğru salona. Sende al eline paspası, tuvaletlere… hadi Murat bakma sağa sola…”
Artık yeter diye düşünüyordu. Öğrendim öğreneceğimi gidebilirim. Ozanın tacizlerine daha fazla dayanamayacağım. İşe başlamasından tam bir sene sonra dayısının eğitim için Almanyaya gitmiş olan oğlu gelmişti. Bir gün dayısı almıştı karşısına Nuranı gayet içten bir şekilde kendisini çok beğendiğini, çok zengin olduğunu ve yakında öleceğini söylemiş sonrada oğlu Ozanla ikisini çok yakıştırdığını söylemişti. Nuran çok utanmıştı. Ama daha önemlisi Ozana karşı bir şey hissetmiyordu. Bu işin olmayacağını nasıl anlatacaktı dayısına. Düşüneyim deyip çıkmıştı odadan. Sonrada sürekli Ozanın tacizleriyle karşılaşmıştı. O gece gitmek için plan yaparken Ozan kapısını çaldı. Yanında bir şişe şarapla evine gelmişti. İlk başta çok kibardı ancak zaman ilerleyince Ozan Nurana daha yakın oluyordu. En sonunda Nuran Ozandan evi terk etmesini istemişti. Ozan ona sarıldı. Sonra öpmeye kalktı. Nuran kurtulmak için debelenmeye istemsiz çığlıklar atmaya başladı. Bir süre debelendiler sonra Nuran çok sert bir tokat yedi. Darbenin şiddetinden savrulurken büyük bir gürültü kulaklarında patladı. Arkasını döndüğünde Ayşeni gördü. Elinde babasının evinden kaçarken sanki bir yararı olacakmış gibi çaldığı sonrada unuttuğu silahı tutuyordu.  Ellerini yüzüne koydu. Sonra Ozana baktı. Ozan ölmüştü. Bu nasıl olabilir ya dedi. Kızın elinden silahı aldı. Ayşeni de alıp banyoya girdi. Kafasını musluğun altına soktu. Çektiğinde bir şeyler hisseder hale gelmişti yeniden. Çabuk ve hemen bir şeyler düşünmeliyim dedi. İlk aklına gelen silahtı. Silahı saklayıp ozanı başka bir yere taşırsam her şey hallolur diye düşündü. Sonrasında kaçmayı aklına getirdi. Ama dedi eğer kaçarsam suçu kabul etmiş olmaz mıyım? Ayşene baktı sonra. Onu tehlikeye atamazdı. Derhal kaçması gerekiyordu. Silahı alacak, ortalığı güzelce temizleyecekti. Cesedide bir araziye kadar taşıyıp atabilirse bir daha kimsenin yüzünü göremeyeceği bir yere kaçacaktı. Yeteri kadar parası vardı. İş bulmasada birkaç sene yeterliydi… sabaha kadar cesedi bulamazlar dedi. O saate kadar ben çoktan istanbula varırrım. Cinayeti benimle ilişkilendireceklerdir. Yeni kimlik lazım... Neyse ondan sonrasına, ondan sonra karar veririm. Ayşeni aldı kollarının arasına. Sarıldı sımsıkı. “Gidiyoruz kızım” dedi. “Seni hiç görmediğin kadar büyük bir yere götüreceğim. “
“Ya bu kızda hiç duygu yok. Napacağım ben bununla?”  Aylin tost yapıyordu. Göz ucuyla baktı Murata. “Hayırdır Romeo gene neler oluyor?” diye sordu. “Altıncı masa espri yaptı Ayşene. Kızım gülümsemedi bile ya… valla hayret bir şey.” “Bir şey olmaz korkma” dedi Aylin. “Robot filan değil Ayşen.” “Öyle mi?” dedi murat. “Ailesini gördün mü? Hiç buraya arkadaşı geldi mi? Hiç herhangi bir sinema tiyatro yada öyle bir şeye beraber gittin mi? Onu buradan başka bir yerde başka bir şekilde gördün mü? Yahu kızın facebook profili bile yok!” “Belki de ajan filandır” dedi Aylin. “Seni tatmin eder mi bu?” “Ya saçmalama” dedi murat. “Ben en iyisi masalara bakayım.”
Elleri yüzü yabancı gibiydi aynada. Sanki ona bakan gözler etini deliyor ve bir sonsuzluğa uzanıyordu. Kendisini tuhaf ve amansız bir boşlukta gibi, sanki tüm ellerden uzak, sanki tüm varlıktan uzak hissediyordu. Bir güne ne kadar da çok şey sığmıştı. Ne kadar çok acı ne kadar çok mutluluk… Kimseye anlatamayacağı sırları ve kimseyle paylaşamayacağı mutlulukları vardı. Oysaki her şey bomboştu. Evinin düzenine baktı, sade ve boştu. Loş ışıkta akşamları oturur sigarasını içerdi. Bilse sonu böyle olacak gene de içerdi. Bundan emindi. Düşle uyanıklık arasında bir yerde Ayşen okuldan eve geldi.   Onun sesiyle kendine geldi. Kalktı yiyecek bir şeyler hazırladı. Sonra aldı Ayşeni karşısına uzun uzun anlattırdı. Okulda ne olmuş hangi hoca kime takmış, kim kiminle kavga etmiş bir bir öğrendi. Sonra “gel kızım” dedi. ”Sana bir şeyler anlatacağım. Sen çok güçlü bir kızsın. Ben biliyorum ki öylesin. Şimdi bunu göstermenin zamanı geldi. Dayımı hatırlıyorsun değil mi?” “Evet” dedi Ayşen. “Haberi geldi ölmüş. Dayımın başka çocuğu yok. Ve kendisi çok zengin bir adamdır. Ailede bu mirası alacak olan tek kişi sensin. Ancak yaşın ufak bu parayı ancak on sekiz yaşında alabilirsin.” Ayşen bu haber karşısında hiçbir şey hissetmedi. Ona neydi annesinin dayısından? Para da umurunda değildi en azından yarınki matematik sınavı daha önemliydi onun için. “Anne” dedi “tamam o zaman. On sekiz yaşına gelince alırım. İki sene sonra yani…” Annesinin gözleri bulutlandı. “Bu sabah doktorla konuştum” dedi. “Benim o kadar zamanım yok.” Ayşen anlamadı. “Nasıl yani?” diye sordu. Annesi “ben kanserim” dedi. “Doktor en fazla bir sene ömür biçiyor.” “Ama ben…” diye anlamsız bir şeyler mırıldandı Ayşen. “Sen iyi olacaksın” dedi annesi. Sonrada sımsıkı sarıldı ona. Sarılırken bir taraftanda anlatmaya başladı. “Bak bu ev bizim. Ben öldüğümde sen burada kalacaksın. Vekaletini, Handeyle konuştum o alacak. Handenin kocası var Recep. Onun bir barı var. Orada sana iş verecekler. Okulu bırakman gerekecek. Ama istersen sonra kendine bir okul bile alırsın. Bir avukatla konuşacağım sen on sekizine bastığın gün tüm malların sana geçmesini sağlayacak. Dünyayı bile gezersin o zaman. Ne dersin? Hadi benim güzel kızım ağlama…”
Ayşen annesinin söylediği hiçbir şeyi duymamıştı.
Örtüsüz, ahşap üzerinde kaktüs saksılarının bulunduğu masalardan birinde bir el havaya doğru kalktı. Ayşen kalkan eli gördü. Sanki bir tür refleks ile otomatik adımlarla masaya gitti. Takım elbiseli adam “hesap “dedi. Ayşen “elbette” diye karşılık verdi. Geri bara doğru ilerledi. Adam çantasını açtı. Bir şeyler karıştırdıktan sonra cüzdanının cebinde olduğunu hatırlayıp çantayı kapadı. Ayşen hesabı getirdi. Adam kendisine az bir bahşiş bıraktı. Bu sahneyi izleyen üç kafadar olayı çözmeye çalışıyorlardı. Adam masadan kalktı, kendilerine yaklaştı. “İyi günler gençler” dedi. Sonra bardan dışarı çıktı.
“İşte bu kadar” dedi Aylin. “Adam gitti.” Murat “Hadi canım!” dedi. “Adam kimmiş peki?” “Hiç kimse…” dedi Aylin.” Olamaz” dedi Murat. Adamın peşinden dışarı çıktı. Adam bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla inen yolda düzgün adımlarla ilerliyordu. Adamın arkasından bakan Murat kafasını salladı. Sonra içerde bir gürültü koptu. Başını çevirdiğinde bir doğum günü pastasının yanan mumlarıyla barda durduğunu insanların alkış kıyamet mutlu yıllar diye şarkı söylediklerini gördü.” Tabi ki…” diye söylendi kendi kendisine.” Nasıl da unuttum… Bu gün Ayşenin doğum günü!”



Yorumlar