Uyanış




UYANIŞ-1.
Kendine geldiğinde gözleri tavana bakar haldeydi. Nerden geldiği anlaşılmayan bir mırıldanma etrafında hale hale büyüyordu. Sus! Gözlerini tavandan yavaş yavaş yere indirdi. Burası onun odası mıydı acaba? Büyüdü içinde bir sıkıntı. Ucu beyninin kıvrımlarını deldi geçti. Sonunda korkuyla karışık bir merak duygusu içini sardı. En azından o can sıkıcı mırıltıyı araştıracaktı. Kalktı, bir eve benziyordu burası ancak bir pansiyon ya da otel odası da olabilirdi. Korkusu büyümeye başladı. Adeta paniğe kapılacaktı. Mırıltı hala geliyor ama kimseyi göremiyordu. Sonra televizyonu fark etti. Biri açık bırakmıştı. Az da olsa bir rahatlama duydu. Televizyonu kapatacaktı ancak eli gitmedi. Dün gece,  canavar ruhlu bir kişinin üç kişiyi öldürdükten sonra kayıplara karıştığını anlatıyordu haber bülteni. Ekranda sanki tanıdığı birisi şahit adı altında konuşuyordu. Çok güzel bir kadın? Belki… Nuraya benzetti. Sesi konuşması onu andırıyordu. Sadece gözleri… Nuray? Öyle birisini tanıdığını da nereden çıkartıyordu? Belki rüyasında gördüğü bir kadındı Nuray… Hayır. Basbayağı tanıyordu Nurayı… Çay içmişler konuşmuşlar belki sevişmişlerdi bile. Bile? Gözlerine baktı Nurayın. Televizyondakinin yani. Bu kadın tanıdığı Nuray mı acaba? Bir daha baktı etrafına. Dün akşam ne içtim ben diye düşündü. Neden hatırlamıyorum hiçbir şeyi…

Kapı çaldı. İçeri giren kadının üzerinde ki kıyafetler iş kıyafetlerini andırıyordu. “Ah dedi kadın uyandınız mı? Odayı toplayacaktım. Peki dedi adam. Üzerinde yataktan kalktığı pijamaları vardı, utandı biraz. Sonra gözlerini tekrar televizyona dikti. Haber geçmiş şimdi spor haberleri diye düşündü. Geldiğimde saat kaçtı biliyor musunuz? Diye kadına sordu. Kadın işinden başını kaldırdı hayır ben sabah saatlerinde çalışırım. Resepsiyona sorabilirsiniz akşam kaçta geldiğinizi. Onlar kaydını tutarlar dedi kadın. Burası kesinlikle bir otel dedi adam. Bu konuda kuşkusu kalmamıştı artık. Ancak beynindeki bulanıklığın sebebi neydi? Neden hatırlamıyordu?
Bir telefon çağrı cihazı bir şey… Mutlaka olmalıydı. Etrafına bakındı. Masaya aklına ilk gelen yerlere… Kadına döndü. Bir telefon var mı buralarda? Dedi. Şöyle etrafa göz attı kadın işte orada diye karşılık verdi. Televizyonun üzerinde. Güldü adam. Sağ olun dedi. Kadın umursamadı. İşine döndü. Telefonu eline aldı. Bir cevapsız arama… Bir mesaj. Mesajı açtı. “Olduğun yerde durmaktansa hareket etmek iyidir. “  Gönderen: bilinmeyen numara. Bu mesaj da ne demek diye düşündü. Sanki birisi onu uyarmaktaydı. Harekete geçmesi gerekiyordu. Ama ne yapması gerektiğini söylememişti. Peki dedi kendi kendisine. Sakin ol. Şimdi çıkarım bir minübüse biner evime giderim. Ondan sonra da oturur düşünürüm. Döndü temizlikçi kadına: bişey soracam dedi. Mecidiyeköy( her nedense oraya gitmeliydi) minübüsü nerden geçiyor? Bilmem dedi kadın. Peki otobüs vardır heralde buradan mecidiyeköye. Mecidiyeköy neresi beyefendi dedi kadın… ne kadar salak bu kadın dedi içinden. Ya İstanbulda mecidiyeköyü bilmeyen tek sen varsındır heralde dedi. Kadın gülümsedi. Eğer İstanbul’da olsaydık belki haklı olabilirdiniz dedi.
Bir panik dalgası bedenini yaladı geçti. Tüm duyuları bir anda açıldı. Dili sanki midesine kaçtı. Ne demek İstanbulda değiliz? Ne demek oluyor tüm bunlar? Kesinlikle çıkmak zorundayım buradan diye düşündü. Burası neresi dedi adam. Almanya dedi kadın. Siz iyi misiniz acaba diye sordu. Sen alman değilsin ama dedi. Yok dedi kadın türküm ben. Bir an önce bu otelden çıkmam lazım Diye söylendi adam. Kadın derin derin baktı. İnanın çok tuhaf görünüyorsunuz dedi kadın. Bir doktora gidin bence. Evet dedi adam. Doktor iyi bir fikir olabilir. Zaten Allahın almanyasında ne işim olduğunu ancak bir doktor çözebilir.
Kadın işini bitirdi. Akşam saat altı sularında tekrar gelirler dedi. İyi günler size.  O çıktıktan sonra odaya bakmayı akıl etti adam. Her tarafa bakması gerekiyordu. Önce kendi eşyalarına baktı. Teker teker çıkardı hepsini. Ufak bir çanta içine bir iki iç çamaşırı ve sadece bir kitap konulmuştu. Kitap ne işime yarayacak be! Diye öfkeyle attı kitabı. Sonra her şeyi incelemeliyim diye düşündü. Aldı kitabı eline kapağına baktı. Kırmızı kapaklı bir kitaptı ve üzerinde Seçmeler yazıyordu. Açtığında altı çizili bir sürü cümleden oluşan bir kitap olduğunu gördü. Az önce cep telefonuna gelen mesaj gibi cümlelerdi bunlar. Sanırım dedi normalde de delinin tekiydim. Kitabı evirdi çevirdi. Bir şey anlamadı. Eşyalarını karıştırırken aklına tuvalete bakmak geldi.  Filmlerde de hep böyle olurdu. Tuvalete bakan kahraman esrarengiz bir şey bulurdu. Tuvalete girdi. Ama hiçbir şey bulamadı. Galiba artık bir doktora gitsem fena olmayacak dedi. Üstünü değiştirdi. Çıkardığı kitabı tekrar çantasına koymak için almıştı ki kırmızı kabın içinin boş olduğunu anladı.
Kabı çıkarttığında içinde bir kağıt ortalığa fırladı. Sevinçle Sonunda! Diye bir çığlık attı. Aldı kağıdı. Bu bir adresti. Üzerinde altı çizili olarak Melis yazıyordu. Sonrada Almanca bir adres vardı. Melis? Doktor mu yoksa Melis mi?  Ne fark eder dedi. Zaten mahvolmuş durumdayım. Mutlak suretle başım belada. Bundan daha büyük bir bela ne olabilir ki? Önce Melis’e gideyim sonra doktora. Haydi rastgele… kapıdan çıktı aşağı resepsiyona indi. Onlara bir şeyler sorabilirdi. Konuşmaya ihtiyaç duyuyordu. Resepsiyonda ki adam kendisine gülümsedi. Merhaba daha iyisiniz herhalde dedi. Adam dün akşam fazla kaçırdım galiba diye sordu. Evet dedi resepsiyoncu ama alışkınız biz. Sizi odaya aldıktan sonra uyudunuz. Biz de ellemedik. O zaman dedi üstümü kim değiştirdi? Efendim? Neyse boş verin dedi adam. İsim değişikliği yapmıştım kısa süre önce o yüzden hep eski ismimi veriyorum. Size hangi ismi vermişim acaba? Resepsiyoncu küçük bir kontrolden sonra Erhan efendim dedi. Ah dedi adam sağ olun doğru ismi vermişim. Tam dönecekken size bir şey soracağım dedi. Burası Almanya değil mi? Evet dedi resepsiyoncu. O zaman hepiniz Türk müsünüz de Türkçe konuşuyorsunuz? Resepsiyoncu gülümsedi beyefendi dedi şu anda Almanca konuşuyoruz. O zaman dedi Erhan ben daha uyanamadım. Döndü hızlı adımlarla orayı terk etti.
İlk gördüğü taksiye bindi. Elindeki kağıdı uzattı. Buraya gideceğim dedi. Yolda dün geceye dair bir şeyler hatırlamaya çalıştı. Nafile… Sonra ellerini başına koyup kim olduğunu düşündü. Boş düşünceleri kovaladı. Ama gene de bir şey hatırlayamadı. Geldik dedi taksici. Gideceğin yer şurası işte. Adamın gösterdiği yerde bir bar vardı. Hah dedi. Dün gece sanırım bir fahişenin adresini aldım. Burası da çalıştığı yer. Yine de inip kontrol etmek istedi. Arabadan inip bardan içeri girdi. Barmene Melis diye birini arıyorum dedi. Barmen kimsiniz diye sordu. Ah diye düşündü adam bir bilsem. Erhan derseniz sanırım hatırlar. Tamam dedi barmen içeri girin zaten sizi bekliyor.
Melisi gördüğünde kahve içiyordu. Orta boylu atletik genç bir kadındı.  Odası da zevkli düzenlenmişti. Raflarda kupalar vardı. Erhan melis? Diye sordu. Melis ayağa kalktı. Erhana doğru bir iki adım attı ve mükemmel bir sağ kroşe çıkardı. Erhan bu yumruktan kurtulmuştu ki bir tekme ağzında bir diz darbesi de göğsünde patladı. Yere düşen Erhan can havliyle yüzünü korumak için ellerini havaya kaldırdı. Melis bağırmaya başladı. Ulan! Ne baş belası piçsin sen be! Seni tuttuk Türkiye’ye yolladık… neden? Çünkü burada uyuşturucu işine bulaşmıştın. Orada temiz kal diye de uyardık. Ama sen ne yaptın? Gittin ülkenin en belalı adamının kızını öldürmeye kalktın. Seni getirmezdik geri ama remzi ağanın yeğeni olduğunu öğrenince Nurayın babası seni de bizi de elleriyle öldürürdü. Ah ağam olmayacaktı arada seni şuracıkta öldürecektim.   Sen dedi Erhan beni tanıyor musun? Bana bak Erhan dedi Melis seni öldürürüm burada zaten ölüsün, ağama da düştü boynunu kırdı derim. Manyak mısın nesin be? Bak dedi Erhan ciddiyim. Ne dün geceyi ne de öncesini hatırlamıyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Doğruyu söylüyorum. Acaba dedi melis ilaç mı fazla geldi. Erhanın telefonuna mesaj geldi. gizli Hayranlarına söyle ölüleri rahatsız etmesinler dedi melis. Erhan telefona baktı. Gene o bilinmeyen numaraydı arayan. “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” Umursamadı Erhan mesajı. Gel dedi Melis önce bir doktora görünelim. Sana biraz ilaç verip kaçırmışlar, az önce bilgim oldu. Yoksa yakalanıyormuşsun. Bir de direnmişsin gitmem diye. Allahın cezası seni…

“Yılların soldurduğu renkli bir resim gibiydi onunla olmak. Sevgiyle karışık bir acıydı. Ondan sonra sen, vadiye gelen ılık bir sonbahar yağmuruydun. Kavrulmuş sıcaktan deliye dönmüş topraklara cansuyu gibiydin. Sen benim en pembe düşümdün…”
Türkiye nasıl, güzel mi? Erhan kafasını kitabından kaldırdı. Efendim? Ne okuyorsun sen ya! Diye kükredi Melis. Bu kitabı eşyalarım arasında buldum. İçinde senin adresin vardı. Ondan geldim buraya… ahh dedi Melis, anladım şimdi. Peki yazarı kimmiş? Tuhaf yanı da o zaten dedi Erhan. Yazılmamış. O nasıl şey be dedi Melis. Versene şunu bana. Abla geldik dedi şoför. Hadi gel muayene olalım dedi Melis.
Akşama bir şeyiniz kalmaz dedi doktor. Küçük bir travma yaşamışsınız. İlaç vermeme gerek yok. Hatta şu an bile bir şeyler hatırlıyor olmanız lazım. Doktoru duydun. Şimdi seninle konuşmamız gereken konular var. Haydi gel bakalım. Melisin ses tonu emrediciydi. Hastaneden çıktılar arabaya bindiler. Beni kaçırıyor musun diye sordu Erhan. Arkanda bir sürü pislik bıraktın Erhan. Onları temizlerken senin güvende kalman gerekiyor. O yüzden seni ben misafir edeceğim. Cep telefonunun titreştiğini hissetti. Bakmaya korkuyordu. Gene de baktı. Bu sefer ki mesaj anlamlıydı. “İstakoz yavaş yavaş kaynar.” O anda Melisle arasında bir uçurumun oluştuğunu hissetti. Odandaki kupalar çok güzeldi dedi. Neydi onlar? Ben bir thai dövüşçüsüyüm dedi Melis. Ama beni buna sen alıştırmıştın. Seninle beraber antremanlara giderdik. Sen siyah kuşağı çoktan almışken ben daha beyazdım. Ancak sonra sıkı çalışıp dünya kadar kupa kazandım işte. Anladım dedi Erhan. Melisin ensesine hafifçe dokundu ancak sıkı bir dokunuştu bu. Melis kendinden geçerek bayıldı. Sonra şoförü arkadan sarstı. Hemen arabayı durdur. Peki abi dedi şoför. Arabadan indi koşmaya başladı.
Bir kafeye sığınmış, korkmuş ve kafası karışmıştı. Neden kaçmıştı melisden? Saçma bir mesaj yüzünden… Aman arasınlar beni dedi. Benim başka işlerim var. Menüyü aldı. Bir çay içsem iyi gelir dedi. Sonra aklına kitabı geldi. mutlaka orada başka şeylerde olmalıydı. O kitap bir cankurtaran gibiydi onun gözünde o an. Kitabı eline aldığında aklına bir konuşma geldi. Nuraydı bu. “Kimse kitapların önsözünü okumaz ama aslında bir anahtardır o önsözler. Anahtar olmadan eve girilir mi hiç?”  Önsözü okumaya karar verdi. Kısacık bir paragraf:
Bu kitap sadece sana özel canım. Dünya üzerinde bir ikinci insanda yok. Onlarca yıldır ailemin sahip olduğu hayat tecrübelerinden damıtıla damıtıla bana aktarılanlar ve benim senin işine yarayacağını düşündüğüm birkaç düşüncemi içeriyor. Sana en karanlık günlerinde ışık tutacak bir fener olsun. Seni seviyorum. NURAY.
Sevgilisine yazdığı kitabın bende ne işi var acaba diye düşündü. O anda birbirini arkasına resimler görüntüler akmaya başladı gözlerinin önünden. Bir sofrada ikisi, bir parkta ikisi, bir pistte dans ederlerken… kelimeler sözler gelmeye başladı. Başını ellerinin arasına aldı.  Az önce melisin ne dediği geldi aklına “Bana bak Erhan… seni öldürürüm burada zaten ölüsün, ağama da düştü boynunu kırdı derim…” ben gerçekten öldüm dedi Erhan.  Nuray onu ilk yemeğe davet ettiğinde böyle demişti. “Öldürürler seni mezarında taş olmaz oğlum!” elindeki kitaba sarıldı. Sayfaları kontrol etti. Sözler sözler… peki ne yapmam gerekiyor acaba? Galiba ölümle yaşam arasında bir seçim yapmam gerek. Yaşarsam uzağa çok uzağa gideceğim. Kalırsam kesinlikle öleceğim… ama dün gece ne oldu? Hemen telefonundan nete ulaştı dün gece ile ilgili haberleri okumaya başladı. Nurayın üç korumasının öldüğünü sonra da zanlının kaçtığını yazmışlardı. Halbuki onun aklında arabaya yan arabadan iki el atış yapılmış zor bela kurtulup kaçarken Erhan onların arabaya ateş açmış ve arabayı devirmişti. Demek hiç biri kurtulamadı. Paniğe kapılan Nurayı sakinleştirmiş onu güvenli bölgeye götürmüştü. Sonra? Nasıl emminin eline düştüm? Nurayın babası! Her şeyden haberi olmalıydı… muhtemelen onu arıyorlardı. İğne olsam bulurlar beni dedi kendi kendisine. Saklanmak faydasız. Aman Allahım nasıl büyük paradokslar bunlar. Hiç kurtuluş yok mu? O anda cep telefonuna bir mesaj geldi. “Dünyama hoş geldin.”  Gülümsedi Erhan. Bu kesinlikle Nurayın lafıydı.
Hemen telefona sarıldı. Nasılsın hayatım? Gelen cevap ilginçti: Ben iyiyim ama sen bir ölüsün. Neden herkes ölü olduğumu düşünüyor acaba dedi kendi kendine. Göreceksiniz hayatta kalacağım. Yanına geliyorum diye bir mesaj yazdı. Cevap gelmedi. Hemen geri dönecekti. Yanlışı düzeltmeliydi. Netten bir bilet aldı. Hemen o gün için… işte bu kadar dedi. Görün bakalım ne oluyor şimdi…
Ağam onunla tek başıma başa çıkardım ancak çok zamansız bir anda vurdu… ağlıyordu Melis. Utanıyordu. Bak Melis dedi ağası onu kaybettiğin için sana kızmıyorum. Ama eğer düşündüğüm gibi Türkiyeye dönerse onu öldürürler. Biliyorsun… Buna üzülüyorum. Ama ağlamana gerek yok. Sonuçta kimsenin kaderini yazamazsın. Melis ağlıyordu. Ölecek olan çocukluğu gençliği idolü olacaktı. Ağlama Melis dedi ağa sen elinden geleni yaptın.
Efendim dedi. Az önce Erhan Gök isimli şahsin ülkeye giriş yapacağına dair istihbarat aldık. Oğlum dedi amir dün  çıkan adam bugün neden gelsin geri. Efendim dedi memur şahsın yarım bıraktığı işi tamamlayacağını düşünüyoruz. Peki dedi görüldüğü yerde alınsın. Dikkat edin.
Beyefendiyle görüşecektim. Acil… Bir saniye efendim.
Beyefendi ,az önce haberi geldi. Geri dönüyor. Hayır size veremem. …Kamuoyunun gözü önünde olmaz… Biliyorum söz konusu kızınız ama devlet meselesine dönüştü bu iş… Biraz bekleyiniz nasıl olsa alacaksınız… Saygılar efendim.
Her uçağa binişinde korkuyla karışık bir saygı duyardı. İçi ürperir hep can sıkıntısı yaşardı. Oturdu koltuğuna telefonu kapatacaktı ki bir mesaj gördü. Bu seferki Melistendi. Yapma Erhan. Gel konuşalım… vakit yok dedi. Seninle laflayamam. Telefonu kapadı. Gözlerini kapadı. Uzun süre kapalı tutamıyordu onları. Karanlık korkutuyordu onu. Ben korkmazdım eskiden diye düşündü. Aşk çok değiştirdi beni.
Kitabını çıkardı cebinden. Rastgele bir sayfayı açtı. Sayfanın yanında bir not gördü. Bunu hatırladı. Bir kahvede çay içiyordu. Çaycı da komik adamdı doğrusu. Canı sıkkındı Erhanın. Kadınlar böyledir dostum demişti kahveci. Boş ver… ne olmuştu ki? Bir kavga etmişlerdi Nurayla. Nuray evlenecekti… kiminle?! Babasının en yakın arkadaşının oğluyla… nasıl olur bu ya? Ellerini başının arasına aldı. İçi sıkıldı. İnmem lazım bu uçaktan dedi… yanında oturan adam oğlum otobüs mü bu? Dedi. Sonra ne oldu? O ikisi ilk kez buluştular. Sonra ilk kez de seviştiler mi? İçinde büyüyen nefrete engel olamıyordu. Peki sonra… son kez konuşalım demişti Erhan. Nuray gelmişti Kapıda üç korumayla. Erhan bağırmaya başlayınca, nasıl bağırmasındı ki, birisi geldi ağzına bir tokat attı. Sonra Erhan en yakın arkadaşını yardıma çağırdı. Üç kişiyi püskürttü ancak o sırada Nuray gitti…
Bu bir uçak değil dedi Erhan adama. Bu bir tabut… kocaman uçan bir tabut. Gittiği yer ölümün ülkesi. Ah be oğlum dedi ne kadar gençsin daha… boş ver .
Aldık onu amirim.
Tamam, güvenli bir yere götürün…
Bir gün için bu kadar yeter diye düşünüyordu. Parmaklıkların arasında bir odanın içinde...
Ölmesi de kalması da umurunda değildi.
İçeri bir adam girdi. Yüzü duvar gibi anlamsız. Üstündeki kıyafetlerden saygı duyması gereken biri olduğu anlaşılıyordu. Elinde tespihi gözleri alevli… geldi oturdu masaya. Ona da göz işareti ile oturmasını buyurdu. Erhan bu yüzü bu gözleri hemen tanıdı. Hemen itaat etti adama. Benim adım diye bağırdı adam Harun Özsoy! Sonra sesini alçalttı. Sır verir gibi Nurayın babasıyım dedi. Erhan daha fazla nasıl ölebilirim diye düşündü… yerin dibine geçti. Korku panik saygı hepsi bir arada Erhanın ruhunu sardı. Öldüresiye zorladı kendini. Efendim! diyebildi.
 “İlk konuştuğunda yanında yoktum dedi Harun Özsoy. İlk adımını attığım zaman da yanında yoktum. İlk okumayı söktüğünde uzaktaydım. İlk bisiklete bindiğinde Malatyada yeni fabrika açmıştım. İlk aşık olduğunda da uzaktaydım. Onu hep özlemle andım kimse bilmeden… nurkızım diye andım hep. Can kızım… sonra sen geldin. Kim olduğunu hemen anladık. Almanyadan gelmiş serserinin tekiydin. Hiç iyi bir yanın yoktu. Hiç kimseyi sevmemiş hiç özlem çekmemiştin. O zaman düşündüm ki kızıma layık değilsin. Ki doğruydu da… ama dokunmadım. Fakat dün. Dün canımı fena yaktın delikanlı. Buraya geldim çünkü üç adamımı öldürdün, Kızımın canına kast ettin. Ama esas sebebi amcanın ricası...  Onun söylediğine göre sende bir iyi yan var…  seni affetmem için yalvardı. Bende gözlerimle görmek istedim. Kızım sende ne gördü. Amcan sende ne gördü.
Sen ve kızım olmaz. Adamlarım için amcandan kan parası alacağız. Bunun dışında önce Türkiyede işlediğin suçun cezasını çekeceksin. Sonra ülkeyi terk edeceksin. Eğer kalırsan öleceksin. Bu sürede senin kızımla temas etmeni istemiyorum. Bu olursa içerde bir kaza olacak ve öleceksin. Söylemek istediğin bir şey var mı? “
Hayır dedi Erhan.
Harun Özsoy kalktı. Aynı geldiği gibi, ağır adımlarla çıktı, gitti. Dışarda bir siren sesi duyuldu. Sonra iki polis içeri girdi. Erhanı alıp götürdüler.







Yorumlar